“Ulu Hakan” Miti ve Gerçek: II. Abdülhamid’in İstibdat Spiralinde Osmanlı’nın Çöküşü
Giriş
Siyasal İslamcıların gözünde II. Abdülhamid “Ulu Hakan”dır; 33 yıl boyunca imparatorluğu ayakta tuttuğu, toprak kaybettirmediği, büyük bir deha ile tahtını ve devleti koruduğu iddia edilir. Oysa tarihsel gerçeklik bambaşkadır. Abdülhamid’in asıl amacı imparatorluğu değil, yalnızca kendi tahtını korumaktı. Bu amaçla kurduğu istibdat rejimi, Osmanlı’yı modernleşme treninden koparan bir spiral yarattı. Bu spiral, imparatorluğa bilimde, sanayide, diplomaside ve orduda ağır kayıplar yaşattı. Bugün AKP iktidarının uygulamalarıyla Abdülhamid’in yaptıkları arasında ürkütücü paralellikler görmek mümkündür. Geçmişteki bu hatalar, günümüz Türkiye’sinde yeniden sahnelenmektedir.
Meşrutiyetin Boğulması: Spiral’in Kuruluşu
1876’da ilan edilen I. Meşrutiyet, Osmanlı için anayasal rejime geçiş umuduydu. Fakat Abdülhamid, 1878’de parlamentoyu feshederek 33 yıllık istibdat dönemini başlattı. Şükrü Hanioğlu’nun vurguladığı gibi, modernleşme ihtiyacı otoriterliğe kurban edildi. Parlamento susturuldu, muhalefet bastırıldı. Böylece Osmanlı, Batı’daki özgürlük dalgasının dışında kaldı. Bu, yalnızca siyasi bir geri adım değil, imparatorluğun geleceğini ipotek altına alan bir tercihti.
Bugün AKP’nin de benzer biçimde kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırması, meclisi işlevsizleştirmesi, yargıyı partizanlaştırması aynı zihniyetin güncel yansımasıdır. Meşrutiyetin boğulması ne kadar Osmanlı’nın çöküşünü hızlandırdıysa, demokrasinin boğulması da bugünkü Türkiye’nin çöküşünü hızlandırmaktadır.
Jurnal ve Korku Devleti
Abdülhamid döneminin hafiyelik ve sansür politikaları, toplumsal dinamizmi felç etti. Erik-Jan Zürcher’e göre, bu polis devleti halkın fikir hayatını daralttı. İnsanlar birbirini jurnal etmeye zorlandıkça toplumsal güven kayboldu. Basın susturuldu, özgürlükler yok edildi. İmparatorluk kendi halkını sürekli gözetleyen, korkuyla yöneten bir yapıya dönüştü.
Bugün AKP döneminde de benzer bir tablo vardır. Medya üzerinde kurulan baskı, sosyal medyada muhaliflere yönelik linç kampanyaları, troll orduları, yandaş basın ve ihbar mekanizmaları Abdülhamid döneminin hafiyelerini aratmamaktadır. Dün jurnal devleti vardı, bugün dijital jurnal devleti vardır. Fark yalnızca yöntemdedir; amaç aynıdır: muhalefeti susturmak, korkuyu hâkim kılmak.
Tıbbi ve Bilimsel Gelişmelerden Kopuş
- yüzyıl sonu Batı’da tıp devrim niteliğinde ilerlerken Osmanlı bu gelişmeleri toplumuna yayamadı. Pasteur’ün mikrop teorisi ve aşı çalışmaları Avrupa’da halk sağlığını dönüştürürken, Osmanlı’da salgın hastalıklar hâlâ binlerce can almaya devam ediyordu. Modern hastaneler ve eğitim kurumları açıldıysa da bunlar sansür ve kontrol altında tutuldu, özgür bilimsel düşünce gelişemedi.
Bugün AKP döneminde de bilim ve eğitim baskı altındadır. Üniversiteler bağımsızlığını kaybetmiş, araştırma özgürlüğü daralmıştır. Bilim insanları cezalandırılmış, eleştirel düşünceye alan bırakılmamıştır. Dün Abdülhamid’in Osmanlı’sı tıbbi devrimleri geç adapte oldu; bugün Türkiye çağın bilimsel ilerlemelerine sırt çevirmektedir. Bilimsel ilerlemeye düşmanlık, imparatorluğun da Cumhuriyet’in de ortak felaketidir.
Sanayi Devrimine Yabancı Bir İmparatorluk
Sanayi devriminin belirlediği 19. yüzyılda Osmanlı geri kaldı. Düyun-u Umumiye ile ekonomik bağımlılık derinleşti. Abdülhamid’in yatırımları göstermelikti; esas amaç kendi otoritesini güçlendirmekti. Demiryolu ve telgraf gibi projeler, büyük borçların aracı oldu. Osmanlı bir sanayi toplumu olamadı, yarı-sömürge haline geldi.
Bugün AKP iktidarı da aynı yolu izlemektedir. “Mega proje” adı verilen yatırımlar ekonomiyi güçlendirmek yerine dış borcu artırmış, halkı yoksullaştırmıştır. Dün Osmanlı yabancı sermayeye teslim edilmişti, bugün Türkiye Varlık Fonu ve sıcak parayla yönetilmektedir. Göstermelik modernleşme Osmanlı’yı çöküşe götürdü; aynı göstermeliklik bugün Türkiye’yi felakete sürüklemektedir.
Kolonyalizm Çağını Kavrayamayan Sultan: Kaybedilen Topraklar
“33 yıl bir karış toprak kaybetmedi” söylemi koca bir yalandır. Abdülhamid döneminde Osmanlı en stratejik bölgelerini kaybetti:
- 1878 Berlin Kongresi: Bosna-Hersek Avusturya’ya bırakıldı; Kıbrıs İngiltere’ye verildi.
- 1881: Tunus Fransız işgaline girdi.
- 1882: Mısır İngiliz işgaline girdi.
- 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı: Girit elden çıktı.
- 1908: Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti.
- 1908: Avusturya Bosna-Hersek’i ilhak etti.
- 1908: Girit Yunanistan’a bağlandı.
Bu kayıplar yalnızca toprak değil, imparatorluğun onurunun da kaybıydı. Abdülhamid’in tahtını korumak için yaptığı diplomatik yalpalamalar imparatorluğa ağır bedeller ödetti. Bugün AKP’nin dış politikadaki yalpalamaları da Türkiye’yi yalnızlaştırmakta, ülkeyi uluslararası alanda etkisiz ve kırılgan hale getirmektedir.
Abdülhamid’in İmparatorluğa Kaybettirdikleri
- Ordu: Reformlar ertelendi, komutanlar tasfiye edildi. Tahsin Paşa, Hasan Rami Paşa, Memduh Paşa, Zeki Paşa gibi isimler sürgün edildi veya hapsedildi. Bekirağa Bölüğü’ne kapatılanlar, Büyükada’ya sürülenler oldu. Bu baskılar, askeri hiyerarşiyi felç etti. Ordunun zayıflaması 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nda açıkça görüldü. Bugün AKP’nin orduya kurduğu kumpas davaları (Balyoz, Ergenekon), yüksek komutanların tasfiyesi ve TSK’nın savaş kabiliyetinin zayıflatılması aynı zihniyetin tekrarından başka bir şey değildir.
- Toplum: Milliyetçi hareketler bastırıldıkça daha keskinleşti. Bugün de toplum kutuplaştırılarak birbirine düşman edilmektedir. Dün hafiyeler toplumu böldü, bugün kutuplaştırıcı siyaset toplumu parçalıyor.
- Diplomasi: Osmanlı büyük güçlerin oyuncağı haline geldi. Bugün AKP’nin dış politikası ülkeyi uluslararası alanda yalnızlaştırdı. Dahası, dış güçler AKP’yi kendi çıkarları için kullandı. Trump’ın Erdoğan’a yönelik “hileli seçimleri en iyi bilen kişi” sözü, iktidarın meşruiyetinin bile dışarıdan sorgulandığını ortaya koydu. Tıpkı Abdülhamid’in büyük devletlerin oyuncağı haline gelmesi gibi, AKP de Batı’nın elinde bir kuklaya dönüşmüştür.
- Ekonomi: Tarımsal üretim geriledi, dış borçlar arttı. Bugün Türkiye yine ağır bir borç ve yoksulluk spiralinde. Dün Düyun-u Umumiye vardı, bugün IMF gölgesi ve sıcak para bağımlılığı var.
« 33 Yıl Devleti Ayakta Tuttu » Söyleminin Çöküşü
Siyasal İslamcı tarih anlatısı Abdülhamid’i koruyucu bir kahraman olarak sunar. Oysa gerçek tam tersidir. Abdülhamid, tahtını korudu ama imparatorluğa kaybettirdi. “33 yıl devleti ayakta tuttu” denilen şey, aslında 33 yıl boyunca çürümekte olan yapının üstünü örtmektir. İmparatorluğun sanayiden, bilimden, askeri reformlardan uzak kalması; toprak kayıplarının ardı ardına yaşanması ve halkın yoksullaşması bu dönemin özeti olmuştur. Abdülhamid, devletin sürekliliğini değil yalnızca kendi otoritesini korumuştur.
Bugün AKP iktidarı da aynı iddiayı sürdürmektedir: “Devleti biz ayakta tutuyoruz.” Gerçekte ise ayakta tutulan yalnızca iktidarın kendisidir. Devletin kurumları partizan kadrolarla çökertilmekte, hukuk bağımsızlığını yitirmekte, ekonomi iflasın eşiğine sürüklenmektedir. Ordu tasfiye edilmiş, liyakat yerine sadakat esas alınmış, ülkenin beyin gücü göçe zorlanmıştır. Toplum, kutuplaştırma politikalarıyla parçalanmış, basın ve ifade özgürlüğü baskı altına alınmıştır.
Üstelik AKP döneminde dış güçlere bağımlılık yeni bir boyut kazanmıştır. Erdoğan’ın Trump tarafından “hileli seçimleri en iyi bilen kişi” olarak tanımlanması, iktidarın meşruiyetinin bile dışarıdan sorgulandığını göstermektedir. Tıpkı Abdülhamid’in büyük güçlerin oyuncağı haline gelmesi gibi, bugünkü iktidar da Batı’nın çıkarlarına göre şekillenmekte, ülkenin onurunu zedelemektedir.
Kısacası “33 yıl devleti ayakta tuttu” söylemi, dün de bir yalandı bugün de. Dün Abdülhamid istibdat spiralinde imparatorluğu kaybettirdi; bugün AKP aynı spiral içinde Türkiye’yi çökertmektedir.
Sonuç
II. Abdülhamid’in mirası bir tahtı korumak uğruna bir imparatorluğa kaybettirmektir. Bugün AKP de aynı yolu izlemektedir: Devleti değil iktidarını korumak için halkı yoksullaştırmakta, orduyu zayıflatmakta, kurumları çürütmektedir. Dün Abdülhamid’in istibdatı imparatorluğu zaman spiralinde kaybettirdi, bugün AKP’nin otoriterliği Türkiye’yi aynı spirale sürüklüyor. “Ulu Hakan” mitini kutsamak, dünün çöküşünü yüceltmek; bugünkü iktidara meşruiyet sağlamak demektir.
Türkiye Cumhuriyeti de aynı spiral tehdidi altındadır. AKP’nin otoriter politikaları, dış bağımlılığı, ordu ve kurumları çökertmesi Cumhuriyet’i Osmanlı’nın kaderine sürüklemektedir. Umut şudur ki Türk halkı, tarihin bu acı tecrübelerinden ders alarak son anda uyanabilir. Aksi halde Cumhuriyet’in de Osmanlı gibi paramparça olması kaçınılmaz hale gelecektir.
Discover more from Ypsilon Computers
Subscribe to get the latest posts sent to your email.

